9 Şubat 2017 Perşembe

Ord. Prof.Dr. Arif Müfid Mansel'in Yalova Kılavuzu 1936


Sayın Ord. Prof.Dr. Arif Müfid Mansel'in 1936 yılında yazdığı Yalova ve Civarı başlıklı yazısını çok eski bir arşivden bulup okudum ve buradan yayımlamaya karar verdim.



YALOVA VE CİVARI
Ordinaryüs Profesör Arif Müfit MANSEL

TARİH, ARKEOLOJİ VE DİNLER TARİHİ NOKTAİ NAZARINDAN ARAŞTIRMALAR
BAŞLANGIÇ
Yalova kasabası sahilde, İzmid (İzmit) körfezinin medhaline (girişine) yakın bir mevkide, Tuzlanın karşısındadır. İstanbul vilâyetine bağlı aynı ismi taşıyan kazanın merkezidir. İstanbul’dan buraya Akay idaresinin vapurlar ile 2,5 – 3 saatte vasıl olunmaktadır. Sahildeki kasaba ile 10 kilometre içerde bulunan kaplıcaları mükemmel asfalt bir yol yekdiğerile birleştirmektedir. Vapurdan karaya çıkıldıkta İzmid (İzmit) körfezinin mavi suları, şirin Yalova kasabası, kasabanın civarındaki asrî bir plaj, pek mütenevvî (türlü, çeşitli) renkler gösteren karşı sahil ve Adalar ruha neşe vermektedirler. Otobüs ve otomobiller ile 15-20 dakikada sahilden kaplıcalara gidilmektedir.
Yol, Yalova’nın küçük, fakat tam manasile modern olan resmî ve hususî binalarının önünden geçildikten sonra, bir müddet sahili takib eder; Baltacı çiftliğini geçdikten sonra sahile amud (dikey) bir vaziyet alarak Cenuba (güney) doğru ilerler ve Baltacı çiftliğinin biraz ilerisinde bir köprü ile geçilen Samanlı Derenin sol sahilini takib eder. Samanlı Derenin vadisi geniş ve mümbittir (verimli). Sağ ve solda yükselen tepeciklerin eteklerinde şirin köyler göze çarpmaktadırlar. Cenub (güney) istikametinde ise ormanlarla örtülü koyu yeşil bir dekor teşkil eden Samanlı dağlarının son kolları görülmektedir. Bugünkü yeni yol Samanlı Dereyi bütün imtidadınca (boyunca) takib ettikten sonra garbe dönmekte ve Hamam Dere vadisine girmektedir. Cenubi garbiden (güneybatı) Şimali şarkiye (Kuzeydoğu) doğru uzanan Samanlı dağlarının son kolları tarafından ihata (etrafı çevrilen) edilen bu vadi ormanlar arasına gömülmüş olup oldukça dardır. Bir müddet Cenubi garbi (güneybatı) istikametinde gidildikten sonra vadi daha darlaşmakta, ormanlar daha fazla kesafet peyda etmektedirler. En nihayet vekillikler arasına serpilmiş modern binalar, kubbeli hamamlar ve güzel bir park Yalova kaplıcalarına gelindiğini ima etmektedirler.
1920 senesinden beri devamlı ve metodik bir imar faaliyeti sayesinde her hangi bir Avrupa kaplıcasıyla boy ölçüşebilecek bir mertebeye çıkarılmış olan bu kaplıcaların Avrupa’dakilerden fazla olarak dağ ve deniz iklimlerinin bütün hassalarını birleştiren bir iklimi, tabii bir güzelliği ve pek eski zamanlara dayanan bir tarihi ve birçok eski eserleri vardır. Bu ılıcalar, sularının şifalı tesirinden dolayı en eski zamanlardan beri civar ahali tarafından daimi bir suretçe kullanılmışlar, bazı devirlerde ise büyük bir şöhret ve imar faaliyetine şahit olmuşlardır.
Yalova kaplıcalarının bir tarihçesini yazmak güç bir iştir. Bu havaliye dair elimizde pek az ve dağınık bir tarzda bulunan tarihi vesikalar vardır. Bunlar ise bir tarihçenin bütün teferruatını izah etmeğe kâfi değillerdir. 1932 senesinde Park lokantasının arkasındaki Bizans devrine ait bir binayı hafretmekle (kazmak, kazı yapmak) tavzif (görevlendirilme) edildiğim zaman burada adetçe mahdud, (sınırlı) fakat muhteviyatlarından (içerik) dolayı pek mühim olan asarı, bilhassa adak ve mezar istellerini tetkik etmiş ve bunların fotoğraflarını aldırtmıştım. Hellenistik ve Romen devirlerine aid yegâne vesikaları teşkil eden bu eserlerden maada Bizans ve Türk müverrih ve cografiyunlarının bu havaliye dair kaydetmiş oldukları notları ve 19 uncu asırdan itibaren Avrupalıların yapmış oldukları tetkikatı topladım ve bu küçük eseri meydana getirebildim 2) Kaplıcalara dair yapılacak her hangi bir tetkikin, müspet neticelere varılmak istenildiği takdirde, geniş bir çerçeve dâhilinde yapılması lâzımdır. Binaenaleyh bu etüdde Yalova’dan maada civarına aid birtakım tafsilâta tesadüf olunacaktır. Yalova’nın tarihçesinin bütün noktalarını aydınlatanmamakla beraber bazı müsbet neticelere vasıl olduğumu zannediyorum. Tarih, arkeoloji ve dinler tarih noktai nazarından buranın pek mühim bir etüd kaynacı olduğu anlaşılıyor. İleride bu havalide yapılacak hafriyatlarda, bugün ehemmiyetine işaret edilen, fakat halledilemiyen birçok meselelerin mahiyeti anlaşılmış olacaktır.
I. YALOVANIN TARİHÇESİ
A) EN ESKİ ZAMANLARDAN KONSTANTİN DEVRİNE KADAR
Yalova Bitinya kıtasındadır. Binaenaleyh Bitinyanın en eski zamanlardaki tarihini tetkik edecek olursak Yalovanın tarihçesi hakkında bir fikir edinmiş oluruz. Dördüncü ve üçüncü bin yıllarında Anadolunun her tarafında olduğu gibi Bitinyada dahi (nth) ve (ss) li coğrafî isimleri kullanan ve Etilerle hemcins olan «Anadolu kavimler» ini buluyoruz. Bilhassa İzmid (İzmit) körfezine muvazi olarak garbden şarka doğru uzanan ve teşkil ettikleri vadilerin birinde Yalova kaplıcalarını ihtiva eden Katırlı ve Samanlı dağlarının eski isminin Arganthonios yahud Arganthonis olması (tipik nth'lı isim) preistorik zamanlarda bu havalide dahi Anadolu kavimlerinin oturduğunda şüphe bırakmamaktadır. Bu kavimler, malum olduğu veçhile, bir tarafdan Ege ve Yunanistana, diğer tarafdan Bitinya üzerinden Trakyaya yayılmışlardır. Tabiata ve toprağa bağlı bir dinleri olan, fetişist itikadların yanında hiç şüphesiz antropomorf nazariyeleri bulunan bu kavimlerin Yalova kaplıcalarında bir yer yarıntısından çıkan sıcak su ve dumanlarda ilâhî bir kuvvet gördükleri ve bu kuvvete ibadet ettikleri muhakkaktır. İhtimal bu devirde burada, Yunan kontinanında Delfide olduğu gibi, yılan şeklinde bir yer altı ilâhına ibadet ediliyordu.
İkinci bin yılında başlıyan ve 1200 senesine doğru pek fazla artan bir garb - şark akınından sonra Bitinyada Brig yahud Friglerle hemcins Bebryk, Thyn ve Bithyn isimlerini taşıvan bir takım kavimler buluyoruz. 700 senesine doğru vukubulan Kimmiryalıların akınından sonra Bithyn'lerin kendi isimlerini verklikleri bu kıtaya tamamile hâkim olduklarını görüyoruz. İşte bu devirde Megaralılar ve Miletliler Marmaranın şark sahillerinde ve İzmid (İzmit) körfezinde Astakos, Olbia ve Kios (bugünkü Gemlik) gibi bir takım şehirler tesis ediyorlar. Bu suretle Yunanlılarla temasa gelen Bitinyalıların siyasî ve kültürel varlıklarını uzun müddet muhafaza ettikleri, hatta Yunanlılara muarız bir cephe aldıkları anlaşılıyor. Pers hakimiyeti zamanında kuvvetlenen Bitinya asilzadeleri İskender ve Piadoklar zamanında kuvvet ve nüfuzlarını arttırıyorlar ve Milâddan önce 3 üncü asrın başlangıcına doğru müstakil bir kırallık kuruyorlar. Yunan âlemiyle daima temasda bulunan bu kırallık Yunan kültürünün tesiri altında kalıyor. Yunan ilâhları dahi Bitinyaya nüfuz ediyorlar, mahallî ilahların bazı vasıflarını iktisab etmekle beraber birçok yerlerde bunları ortadan kaldırarak yerlerine kendileri kaim oluyorlar. Kaplıcalardaki adak istelleri fetişist ilikadlara dayanan mahalli ilâhların yerine Herakles, Asklepios, Nemfler gibi Yunan ilâh ve ilâhelerinin kaim olduklarını göstermektedir. Miladdan önce 74 senesinde Bitinya veraset yolile Romalılara geçiyor. Kaplıcalarda Roma devrine aid yegâne vesikaları mezbah şeklinde bir kaidenin üzerinde bir cenaze ziyaretini tasvir eden ve şekilleri itibarile mahali bir takım adetlerin bu devirde dahi Bitinyada mevcut olduğunu gösteren mezar taşları teşkil etmektedirler.
Hellenistik ve Romen devirlerinde Yalova ılıcalarının civar halkı tarafından kullanıldıkları, fakat büyük bir şöhrete malik olmadıkları anlaşılıyor. Hannibalin tavsiyesi üzerine Prusias I tarafından Uludağın (OIympos) eteklerinde kurulan Prusa (Bursa) şehrinin ve bu şehrin civarında, bugünkü Çekirgede bulunan ılıcaların Yalova sularının tanınmasına ve şöhret bulmasına bir engel teşkil ettikleri anlaşılıyor. Plinius, Ptolemaios ve Strabonun, Bitinvadan uzun uzadıya bahsettikleri halde, bu ılıcaları zikretmemeleri bunların o zamanlar pek az tanınmış olduğunu göstermektedir.
B) KONSTANTİN DEVRİ
Konstantin tarafından İstanbul’un payitaht ittihaz olunması İstanbul’a, Bursa ılıcalarından çok daha yakın olan Yalova ılıcalarının İstanbul ahalisi tarafından rağbet görmesini intaç etmiştir. Aynı zamanda şimdiye kadar İzmid (İzmit) (Nicomedia) üzerinden geçmiş olan İstanbul - İznik (Nicaea) ticaret ve sevkülceyş yolunun YaIova civarından geçmesi bu havaliye yeni bir hayat vermiştir.
Romalılar zamanındaki esas yol Kadıköyünden (Kalhedon) İzmid (İzmit) körfezinin Şimal (kuzey) sahilini takib ederek İzmid (İzmit)e gelir ve buradan Cenub (güney)a doğru kıvrılarak İzniğe kadar uzanırdı. Halbuki 4 üncü asırdan sonra İzmid (İzmit) üzerinden dolaşmakdansa kara yolile Dil iskelesine (Aigialoi) kadar gelinir, buradan kayıklarla karşı tarafdaki Dil burnuna çıkılırdı. Dil burnundan, bugünkü Hersek üzerinden Kırkgeçid deresinin vadisini takiben İzniğe gidilirdi. Yahud İstanbuldan deniz tarikile doğrudan doğruya körfezin Cenub (güney) sahilindeki Prainetos, Helenopolis – Drepanon ve yahud Pylai iskelelerine çıkılır ve buradan İzgine gidilirdi. İşte bu sayede, Yalova kaplıcalarının civarında, sahilde, bir takım geçid şehirlerinin meyda geldiklerini görüyoruz.
İsmi Prainetos, yahut Pronektos yahut Pronetios olarak gösterilen bu şehirlerden birincisinin bugünkü Karamürselin yerinde olduğu anlaşılıyor. Stephanos Byzantios bu şehri Drepanon, yani bugünkü Hersek köyünün civarında göstermekte ve bu şehrin Fenikeliler tarafından bina edildiğini varmaktadır. Bu şehri İzniğe bağlayan doğru bir yol mevcud idi.
Tabula Peutingeriana'da bulunan, binaenaleyh 4. üncü asırda mevcud olduğu anlaşılan bu havalideki sahil şehirlerinden bir diğeri Pylai'dır. Attaliota tarafından Pylai yahut Pylôn Astü olarak gösterilen bu şehrin 11 inci ve 12 inci asırlarda mühim bir rol oynadığı ve Bizans imperatolarmın burada sarayları bulundukları ve gemi ile İstanbuldan bu sahillere geldikde burada karaya çıkdıkları anlaşılıyor. 1 1 inci asırdan evvel bu şehrin Bizans muharrirleri tarafından zikredilmeyişi, buranın uzun müddet civarında teessüs eden ve pek çabuk inkişaf eden Helenopolis - Drepanon'un yanında ehemmiyetsiz bir mahal olarak kaIdığını gösterir. Peutinger haritasında bu şehir Prainetos'un garbinde olarak gösterilmiştir. İhtimal bugünkü Yalova kasabasının civarında, belki bu kasabanın biraz şarkında idi.
Konstantin tarafından bu havalide tesis olunan ve ılıcaların şöhret bulmalarına saik olan sahil şehirlerinin en mühimmi Helenopolis - Drepanon şehri olmuştur. Ammianus Marcellinus 365 senesinde bir kumandanın Drepanon - Helenopolise çıkıb buradan İznik üzerine yürüdüğünü yazmaktadır. Binaenaleyh bu şehir İzmid (İzmit) körfezinin Cenub (güney) sahilinde idi. Diğer tarafdan Prokopios yılankavı bir seyir takib ettiğinden dolayı «Drakon» ismini alan ve bugünkü Kırkgeçid deresine tekabül ettiği hemen hemen katî olan bir derenin bu şehrin pek yakininden geçtiğini yazmaktadır. Şu halde Helenopolisin Prainctos ve Pylai'ın arasında, bugünkü Hersek köyünün civarında bulunduğu anlaşılıyor. 1838 senesinde buradan geçmiş olan Fellows bir mil uzunluğunda kuleli şehir surlarını, bir çok mezar abidelerini ve su yolları bakiyelerini gördüğünü kaydetmektedir.
Helenopolis şehrinin yerinde evvelce Drepane, Drepana, Drepanon yahut Drepanum ismini taşıyan ehemmiyetsiz bir köy vardı. Buraya İzmid (İzmit)de din uğrunda ölen Lukianos namında bir aziz gömülmüş imiş. Büyük Konstantin hem bu azizi takdis, hem de annesi Helena'nın namını tebcil etmek için bu köyü bir şehir mertebesine yükseltmiş ve annesine izafeten buraya «Helenopolis» ismini vermişti. Prokopios Helenenin burada doğmuş olduğunun rivayet edildiğini yazmaktadır.
Fakat diğer müverrihlerde buna dair hiç bir malûmat olmadığına göre bu haberi kaydı ihtiyatla telâkki etmek lâzımgelir. Malalaş Konstantinin şehir mertebesine çıkardığı köyü isminin Suga olduğunu yazmaktadır. Buranın Drepanon'un yanında diğer bir köy olduğu anlaşılıyor Philostorgios bu şehrin nasıl tesis edildiğine dair hayli tafsilât vermekde ve civar köyleri ahalisinin bu mahalde toplu olarak iskan edildiğini, bu mahallin etrafının bir sur ile çevrildiğini ve bu suretle tahdid edilen şehir sahasının büyük bir imar faaliyetine sahne olduğunu ve azizin mezarının üzerinde bir mabed inşa edildiğini yazmaktadır. Şu halde Helenopolis şehrinin Yunan şehirleri gibi civardan getirilen ahalinin muayyen bir yerde iskanı, yani bir <> neticesi meydana geldiği görülüyor. Bu şehrin tesisinde Lukianos'un ve Helena'nin namlarının tebcili zahirî sebebler gibi görünüyorlar. Bu şehrin mevkiinin İzmid (İzmit) körfezinin medhalinde ve en dar verinde olduğu nazarı itibare alınırsa, tesisinin körfezin medhalinde bir kale bulundurulmasıyla ve buradan geçen ve Yustinian zamanında askerî mahiyeti daha bariz bir surette meydana çıkan İstanbul - İznik yol ile alâkadar olduğu ve işte asıl bu sebepten Konstantin’in bu şehre bu derece ehemmiyet verdiği meydana çıkar.
Müverrihler Helenopolis civarında sıcak sular bulunduğunu ve Konstantinin hayatının son senelerinde bu sulara girdiğini yazmaktadırlar. Helenopolis civarındaki sıcak suların bugünkü Yalova ılıcaları oldukları aşikârdır. Çünkü Helenopolis – Hersek civarında bunlardan başka sıcak su yoktur. Dördüncü ve beşinci asır müverrihleri tarafından bu ılıcalar sıcak su hamamları, kudret hamamları, yahud suyu kendiliğinden fışkıran hamamlar olarak gösterilmekte, fakat muayyen bir isimleri olduğu kaydedilmemektedir. İmperatorun bizzat bu banyolara girdiği nazarı itibare alınırsa o zamanlar kaynağın civarında bir takım bina ve tesisatın mevcut olduğu anlaşılır. Prokopios bu ılıcaların esas itibariyle Yustinian tarafından imar edildiklerini yazdıktan sonra bu imperatorun <> kilisesini ve «hastaların istirahatine tahsis edilmiş olan binayı» tamir ve tevsi ettiğini kaydetmektedir. İste bu kilise ve hastanenin Konstantin tarafından yapılmış olmaları pek muhtemeldir.
C) YUSTİNİAN DEVRİ
Yustinian devrinde Hersek – İznik yolunun daha fazla ehemmiyet kesbettiği ve sevkülceyşî kıymetinin daha açık bir surette tebarüz ettiği görülüyor. Bu imperator Kadıköy (Kalhedon) ile Gebze (Dakibyza) arasındaki yolu tahrib ettirmiş ve Anadolunun içerlerine gidecek seyyahları deniz tarik ile Hersek veyahud civarındaki iskelelerin birine çıkmağa ve buradan İzniğe gitmeğe icbar etmişti. Diest bu hadiseyi Yustinianın şark vilayetlerinden ziyade garb vilâyetlerine ehemmiyet vermesile alâkadar göstermekte, Sölch ise hu yolun kapatılmasının şarktan gelecek herhangi bir düşmana karşı payitahtın kapılarını kapamak için tedafii bir tedbir olduğunu yazmaktadır. Mamafih bu yol Yustiniandan sonra tekrar tamir edilmiş ve yalnız Bizanslılar tarafından değil, fakat Türkler tarafından dahi kullanılmıştır. İşte Yustinianın Helenopolis ve havalisine vermiş olduğu ehemmiyetin sebebi İstanbul – İznik sevkülceyş yolunun bu havaliden geçmesiyle izah olunur. Helenopolis Konstantin zamanındaki inşaata rağmen küçük bir şehir olarak kalmıştı. Prokopios Yustinianın kemerler vasıtasıyla şehre su getirdiğini, şehrin ortasında bir hamam inşa ve eskisini tamir ettirdiğini, birçok kiliseler, bir saray, sütunlu galeriler, oteller ve bir takım resmî binalar yaptırdığını yazmaktadır. İzmid (İzmit) körfezinin en dar yerinde olan bu mevkiin askerî ehemmiyetini takdir edememiş olan Prokopios bu büyük imar faaliyetinin sebebini izah etmek için Bizans Imperatorlugunun müessisi Konstantinin annesinin burada doğmuş olduğunu kaydetmekle iktifa etmiştir.
Bu devirde Yalova kaplıcaları dahi büyük bir imar faaliyetine sahne olmuşlardır. Yustinian burada eskiden mevcud olan bir kilise ve bir hastaneyi tamir ettirdikten sonra burada yeni bir sayray, kaynağın civarında umumî bir hamam yaptırmış, ayrıca kanallar vasıtasıyla buraya soğuk su getirtmiş ve bu suretle burada eskiden beri hükümferma olan kuraklığa bir nihayet verdirmişti. Tekmil bu malûmatı bize veren Prokopios bu hamamların Bizanslılar tarafından istirahat, yahud tedavi maksadile ziyaret edildiğinim ilâve etmektedir.
Bugün dahi kaplıcalarda 6 inci asır bina bakiyelerine tesadüf olunmaktadır. Kaynağın civarı ve hamamlar esaslı bir surette tamir edilmiş ve duvarların haricî ve dahili satıhları sıva ile örtülmüş olduklarından bunların inşa tarihi hakkında kati bir şey söylemeğe imkân yoktur. Kaynak hizasından başlıyarak şarka doğru uzanan ve Hamam dereyi kısmen örten kemerler muntazam ufkî tabakalar teşkil eden kalker taşlarından yapılmış olup Park lokantasının arkasında hafriyat neticesinde meydana çıkardığımız binanın inşa tarzına benzemektedirler. Bu kemerlerin dahi 6 ınct asırda meydana geldikleri anlaşılıyor. Üzeri akant yapraklarıyla süslenmiş ve iki mütekabil cephesindeki medalyonları boş bırakılmış olan bir sütun başlığı (Levha X) bu devrin bakiyeleri arasında zikrolunabilir.
Yustininanın bizzat bu kaplıcalara gittiğine dair Bizans müverrihlerinde bir kayıd yoktur. Fakat karısı Theodora'nın 525 senesinde 4000 kişilik maiyetile ılıcalara gittiğini ve yol üzerinde bulunan kilise, manastır ve darülacezelere büyük ihsanlarda bulunduğunu biliyoruz. Aynı zamanda bu devirde tekmil bu havalinin pek mamur olduğunu öğreniyoruz. Fakat 4000 kişilik bir heyetin kaplıcalara gitmesinden burada büyük bir şehrin mevcud olduğunu istidlal etmek doğru değildir Burada Prokopios'un tadad ettiği binalardan başka binalar kabul etmeğe elimizde halen hiç bir vesika yoktur. Ilıcaların mevkii ve mevcud bina bakiyeleri dahi bunun aksini isbat etmektedirler. Evvelden bütün tertibatı alınmış olan bu kabil şaşaalı imperator ve imperatoriçe seyahatlerinde bir kısım halkın çadırlarda kaldıklarını kabul etmek her halde daha doğru olur.
Bu devirde Bizans sarayında bu ılıcaların ne derece bir şöhrete malik olduklarını saray erkânından Paulos Silentiarius'un bu sulara dair yazmış olduğu medhiye gösterir. Paulos başlangıçta bu suların şifalı tesirinden bahsetmekde ve sıcak kudret sularının menşeilerini oldukça mantıkî bir surette münakaşa ettikten sonra bu suların insaniyeti kurtarmak için Allah tarafından dünyaya bahşedilmiş olduklarını söylemektedir.
Sarayın bu ılıcalara ehemmiyet vermesiyle Bizans müverrihleri bu havalinin tarihile meşgul oluyorlar. Bu suretle eski zamanlardan kalmış bazı isimler yeniden canlanıyor, eski ilâh ve ilâheler Hristiyanlık nazariyelerine göre değiştiriliyorlar ve bir takını efsaneler bu ılıcalar ile münasebettar gösteriliyorlar.
Altıncı asırdan itibaren müverrihler bu kaplıcaları Pythia, Pythion, Pythia Therma yahud Pythion'daki Therma veyahut Pythia’daki kudret hamamları olarak göstermektedirler. Hiç şüphesiz bu zamanda icad edilmemiş olan, fakat putperestlik devrine kadar dayanan ve bir kâhin olan Python isimli yer altı ilâhına ve bunu öldürerek yerine geçen Apollon Pythios'a dair aşağıda s. 35 v.s. da malumat vereceğiz. Burada tetkik edeceğimiz nokta Pythia hamamlarının hakikaten Yalova kaplıcaları olup olmadığı meselesidir. Ch. Texier, Tchihatcheff, Ramsay ve Schultze «Therma Pythia» nın Yalova ılıcalarıyla bir alâkası olmayıp bunların Bursa ılıcalarını ifade ettiklerini iddia etmektedirler. Bu faraziyelerin Steganos Byzantios'un «Ethnika» adlı eserinde «Therma» bahsinin Texier tarafından yanlış tercüme edilmiş ve diğer âlimler tarafından da kontrol edilmeksizin kabul edilmiş olmasından neşet ettikleri anlaşılıyor. Stephanos aynen şöyle yazmaktadır. Bu cümleyi şu şekilde tercüme edebiliriz: «Keza Bitinyada ılıcalar vardır. Bunlardan biri Pythia, diğeri ise Bursada olub kırali ılıca ismini taşımaktadır.» Texier ise «Keza Bitinyada Pythia nam i verilen ılıcalar vardır; bunlar Bursanın kırala aid hamamlarıdır» şeklinde tercüme etmektedir. Konstantin Porphyrogenetos imperator Lconun «ikinci Dromonion» namındaki gemisini Nikomedia (İzmid (İzmit)), OIympos (Uludağ, yani Bursa) ve Pythia gibi uzunca seyahatlerde kullandığını yazmaktadır a). Binaenaleyh Bursa ve Pythia'nın başka başka yerler olduğu anlaşılıyor. Kedrenos Pythia hamamlarının coğrafî vaziyetini tesbit ederek bunların Helenopolis civarında olduklarını varmakta halbuki imperatoriçe İrenin oğlu ile birlikte Bursa kaplıcalarına gittiğinden bahsederken tabirini kullanmakta ve bu suretle Bursa hamamlarını Pythia hamamlarından açık bir surette tefrik etmektedir.
Diğer tarafdan müellifi meçhul ve Bursa ılıcalarına dair yazılmış bir şiir parçasında Bursa Nemfleri, «Pythiades Nymphai» ismini taşıyan Pythia, yani Yalovadaki Nemflerden tefrik olunmaktadırlar. Bu iki ılıcanın biribirinden tefriki için pek mühim olan bu şiiri aynen dercediyorum.
İşte bu izahattan sonra Yalova ılıcalarının pek eski zamanlardan beri Pythia ismini taşıdıkları meydana çıkmış oluyor.
Adak istellerinin üzerinde tasvir olunan ve hiç şüphesiz mahallî birtakım su ilahelerinin yerine kaini olmuş olan üç Nemf Hristiyanlar tarafından din uğrunda ılıcalar civarında öldürülmüş olan Menodora, Metrodora ve Nymphodora isminde üç azize oluyorlar. Onuncu asırda yaşamış ve bir çok aziz ve azize vaka ve efsanelerini toplamış olan Simeon Metaphrast'a affolunan bu «martyre» vakasının Galerius Maximianus zamanında, yani dördüncü asrın ilk nısfında vukubulduğu yazılıdır. Fakat efsanevî bir tarzda tertib edilmiş olan bu vakanın altıncı asırda meydana gelmiş olması ihtimal haricinde değildir.
Yine bu devirde Malalas Argonautlar efsanesini Pythia Therma ile münasebettar göstermiştir. Fakat bu efsanenin klâsik versiyonunda Argonautların Yalovaya uğradıklarına dair hiç bir kayıd yoktur. Bu faraziyenin Bizans müverrihleri tarafından yanlış tefsir edilmiş bir isim benzerlisinden neşet ettiği anlaşılıyor.
D) YUSTİNİANDAN SONRAKİ BİZANS DEVRİ
Yustin 11 zamanında dahi kaplıcaların imarına devam edildiğini Park lokantasının arkasında 1932 senesinde hafrettiğimiz bina isbat etmiştir. Nısıf daire şeklinde, dağa yaslanmış cephesi açık ve üstü bir yarını kubbe ile örtülmüş olan bu «Exedra»nın içindeki sütün başlıklarınının üzerinde imperator Yustin II ve karısı Sophianın monogramları bulunmaktadırlar.
Yustin II den sonraki Bizans imperatorlarının Pythianın yanında Bursa kaplıcalarına dahi rağbet ettiklerini görüyoruz. Mesela 8 inci asrın ikinci nısfında imperator Leon ve bu asrın sonlarına doğru imperatoriçe iken Bursa ılıcalarına gidiyorlar (s. 12-13 e müracaat). Helenopolis ise, civarının bataklık olmasından dolayı, sevkülceyşî ehemmiyetine rağmen, bir türlü terakki edemiyor. Imperatorlar dahi iç Anadoluya gittiklerinde artık Helenopolise değil, fakat civarındaki sahil şehirlerine çıkıyorlar ve buradan İzniğe gidiyorlar. Konstantin Porphyrogenetos 959 senesinde Prainetos (Karamürsel) a çıkıyor. Teşrifat kitabında dahi Pylai'da imperatorların karaya çıkışlarında yapılan merasim bütün tafsilâtile anlatılmaktadır. Pylai'dan maada civardaki köylerde, meselâ (Nea Kome=Yeni köy) de, imperatorların bir takım sarayları ve hususî iskeleleri vardı. 1068 senesinde Romanos Diogenesin Helenopolise çıkması Bizans müverrihleri tarafından istisnaî bir hâdise olarak telâkki edilmiştir.
11 inci asır müverrihlerinden Zonaras bu havalide Soteropolis şehrinden bahsetmekte ve bu şehrin kendi zamanındaki isminin Pythia olduğunu yazmaktadır. Imperator Kostantinin buraya gemi ile geldiği nazarı itibara alınırsa bu şehrin deniz kenarında olduğu anlaşılır. Zonaras'dan mada hiçbir müverrih tarafından zikredilmiyen bu şehrin Baltacı çiftliğinin garbinde, bugünkü Kuru mahalinde olduğunu Gedeon kabul etmektedir. Fakat bu havalide arkeolojik araştırmalar yapmadan kat'î birşey söylemeğe imkân yoktur.
11 inci asrın sonlarına doğru birinci Haçlılar seferinde bu havali Lâtin ordularının bir kısmının buradan geçmesine şahid oluyor. Bu devirde Kadıkoy - Gebze yolu tekrar kullanılıyordu. Anna Konınena babası Alexis’in Aigialoi'den Helenopolise geçtiğini ve burada bir kale inşa ettiğini yazmaktadır. Bu zamanlarda Helenopolis hemen hemen metruk kalmıştı. Civar halkı bu şehre <> yani «sefalet şehri» ismini vermişlerdi. 1097 de Haçlılar ordusunun öncüleri kara yolunu takiben Istanbuldan İzmide gelmişler ve burada iki kısma ayrılmışlardı. Bir kısım İzmidden doğrudan doğruya İzniğe gitmiş, diğer bir kısım ise, herhalde İzmid-İznik yolunu fazla bozuk bulduğundan, İzmid (İzmit) körfezinin cenub sahilini takib ederek Kibotos'a kadar gelmiş ve buradan İznik üzerine yürümüştü. Lâtinlerin Civito yahud Civitot, Bizanslıların ise Kibotos tesmiye ettikleri bu mahallin Helenopolis civarında, ihtimal Dil burnunun şark sahilinde, bir liman olduğu bugün tesbit edilmiştir. İznikten geri çekilmeğe mecbur olan bu ordu Helenopolis civarında Selçuklar tarafından büyük bir mağlûbiyete uğratılmıştı.
Bu devirden sonra Yalova ve civarı tedricî surette rağbetten düşüyorlar. Manuel Komnenosun 1146 da Pylai'da bir takım Hristiyan muhacirleri iskân etmesine bakılırsa bu devirde bu havalinin boşalmış ve ahalisinin mühim bir kısmının adalar ve karş sahile hicret etmiş olduğu anlaşılır. Alexis III Komnenos (1195-1205) ise bizzat bu havaliye gelerek Pythia hamamlarına giriliş ve avdette İzmid (İzmit) körfezinde büyük bir fırtınaya tutulmuştu.
1236 tarihli bir Patrikhane vesikasında (Çigriça) ismini taşıyan bir kilisenin Pylopythia’da olduğu yazılıdır. Gedeon Pylopythia'nın bu tarihte Yalova havalisinin heyeti umumiyetini gösterdiğini yazmaktadır. Gerek Pylai, gerek Pythia'nın bu havalide mevcud olduklarına göre bu iki ismin birleştirilerek bu havaliye teşmil olunduğu pek muhtemeldir. Fakat Patrikhane vesikasında bu faraziyeyi isbat edecek coğrafî delillerin mevcud olmadıklrını dahi ilâve etmeliyiz.
E) ORTA VE YENİ YAMANLAR TÜRK DEVRİ
Muahhar Bizans devrinde Yalova havalisi, hinterlandın Türler tarafından daimî bir tehdid altında bulundurulmasından dolayı ehemmiyetini kaybediyor. 14 üncü asrın başlangıcında teşekkül eden Osmanlı devleti garbe, yani Bitinya kıtasına doğru genişlemek siyasetin takib etmişti. Lebeau Osmanın akınlarının İznik ve Pythia arasındaki havaliyi kaplayub denize kadar yayıldığını yazmaktadır. Türkler aynı zamanda İzniği tazyika başlamışlardı, İstanbul imperatoru tarafından gönderilen imdad kuvvetleri Yalova havalisinde karaya çıkmışlar, fakat burada gözcülük vazifesini yapan Gazi Abdurrahman tarafından baskına uğratılarak perişan edilmişlerdi. Bu vakanın hangi tarihde vukubulduğunu Türk müverrihleri yazmamaktadırlar. Fakat bu baskından sonra zikredilen Atranos'un fethinin hicrî 725 senesinde vukubulduğu nazarı itibare alınırsa Abdurrahmanın bu muvaffakiyetinin dahi bu tarihe tesadüf ettiği kabul olunabilir. Bu vakadan sonra Yalova havalisi temamile muhafazasız kalmış olduğundan 726 (1325) senesinde Türklerin eline geçmiştir. Bunun üzerine Yalakova, İzmid (İzmit) körfezinin Cenub (güney) sahilinin mühim bir kısmile, burayı düşmana karşı muhafaza etmek üzere, Orhan tarafından Gazi Karamürsele tımare verilmiş ve Türkler İstanbulun fethine kadar bu havaliyi Bizans gemi ve askerlerinin taarruzlarından korumuşlardır. 15 inci ve 16 ıncı asır müverrihleri bu havali için Yalakova ismini kullanmaktadırlar. Bazan buraya Yalakabad dahi denildiği görülüyor. Osmanlı müverrihleri bu havalinin fethedildiği zaman mamur olduğunu yazmaktadırlar. Sadeddin bunun sebebini o havali halkının deniz kenarında oturduklarından ve herhangi bir taarruz karşısında kaçamadıklarından tehlikeleri önliyebilecek mütecanis bir kütle şeklinde yaşamalarında ve şifalı tesirlerde bulunan ılıcalarında buluyor.
16 inci asır Osmanlı müverrihlerinden bazıları Yalakova ismini İzmid (İzmit) ve Yalakovaya hakimi olan ve İstanbul tekfurile bir alâkası bulunan Yalakonya namında bir kadının ismile münasibettar göstermekde ve Bu kadının Kalyun yahut Kalayun isminde bir de erkek kardeşi olduğunu ilâve etmekdedirler. Bu kadının Moğol hana nişanlı olan Mari Paleolog olması pek muhtemeldir. Marinin kardeşi Kaloyani (Kalyun hu ismin tahrif edilmiş bir şekli gibi görünüyor) İzmid (İzmit)i Türklere karşı müdafaa etmiş ve şehrin sukutundan sonra idam edilmişti. Fakat bir Türk ismi olan Yalakovanın bu kabil Bizans isimlerile izahının doğru olmadığı fikrindeyim. Her ne hal ise, 14 üncü ve 15 inci asırlarda Yalakova ılıcalarının büyük bir, rol oynamadıkları görülüyor. Sıcak sularile meşhur olan Bursanın Türkler tarafından payitaht ittihaz edilmesi, diğer tarafdan Yalova havalisinin İstanbul ile rabıtasının kesilmesi kaplıcaların ihmal olunmalarını mucib olmuştur. Ancak İstanbulun ve bir müddet sonra Suriye ve Mısırın fethinden sonra buralara kadar uzanan seyah yolunun Dil tarikile bu havaliden geçmesi Yalakovaya yeni bir hayat vermiş ve ılıcalarının İstanbullular tarafından rağbet görmesine sebeb olmuştur.  İşte bu sayede, bir zamanlar 6 ıncı asırda olduğu gibi, 16 ıncı asırda dahi, ağızdan ağıza, nesilden nesile dolaşan bir takım mahallî efsaneler yeniden canlanmışlardır. Idris, Alî ve Sadeddin, içinde Bizans imperator ve imperatoriçelerinin bu hamamlara gösterdikleri rağbetin âkislerini bulduğumuz bir hikâye nakletmektedirler: İstanbul tekfurunun kızı gayri kabili tedavi bir illete müptelâ olmuş. Tebdil hava için kız Yalakovaya gönderilmiş. Bir gün sıcak suların kaynağı civarında dolaşırken cildi hastalıklı bir domuzun veyahud bir köpeğin çamur banyosuna girdiğini görmüş. Kız hayvanı takib etmiş ve kırk gün muntazaman bu çamur banyosuna girdiğini ve yaralarının temamile eyileştiğini görmüş. Bunun üzerine prenses dahi çamura girmiş ve eyileşmiş. Bunu duyan İstanbul tekfuru buraya gelmiş, kaynağın civarında hamamlar ve sair binalar inşa ettirib bu havalinin imarına büyük emekler sarf etmiş.
Diğer tarafdan, 16. asırda, kaynağın civarında, bu havaliyi fethettiği söylenen bir dervişin mezarını buluyuruz.
17 inci asırda Evliya Çelebi « girmab cihannüma » diye tesmiye ettiği bu ılıcalar hakkında etraflı malûmat vermektedir. Bugünkü Yalova kasabasının ismini, bu havalinin kara Yalovaçoğlu tarafından fethedildiğinden Kara Yalovaç olarak gösteren Evliya Çelebi buranın Yıldırım zamanında Bursa sancağına tabi ve kalesinin yıkılmış olduğunu, fakat asarının baki kaldığını yazmakta ve sahilden ılıcalara 5 saatte vasıl olunduğunu, burada çadırlarda kalındığını ve kendi zamanında burada 200 den fazla çadır bulunduğunu ilâve etmektedir Evliya Çelebi 16 ıncı asır tarihlerindeki hikâyeyi tekrarlamakta, fakat bunlardan fazla olarak hasta prensesin Yankonun kızı Eleni olduğunu yazmaktadır. Binaenaleyh Büyük Kostantinin valdesi Helenenin isminin bu zamana kadar bu havalide baki kaldığı görülüyor. Evliya Çelebi Yankonun burada kaynağın üzerinde altı kubbeli bir hamam inşa ettirdiğini ve bunlardan iki kubbenin halâ mevcud olduğunu ve hamam binasının içinde büyük bir havuz bulunduğunu yazmakta ve «gayet nafi ılıcadır; her sene kiraz mevsiminde bu dağlar bu ılıcalar hatırı için birer safagâh olurlar» cümlesini ilâve etmektedir. Evliya Çelebi ilk baharda Gebze civarındaki içmelere gidildiğini ve üç gün bu sulardan içildiğini ve pehriz edildiğini, bilâhara kayıklarla karşı tarafa, yani Yalakovaya geçildiğini ve buradaki sıcak sulara girilerek tedavinin temamlandığını söylemektedir. Kâtib Çelebi dahi şöyle yazmaktadır: «Yalakabad vasatı seyahili Cenub (güney)da halici İzinkemidde bir kazadır. Anda bir içme vardır ki müshildir. Andan içerler. Ağustosta mevsimi olub etrafdan bazı ehli maraz varırlar Nice kimseler şifa bulmuşlardır. Ol içme olan mahalle Yalıova ilahi derler».
18 inci asırda Divanı Hümayun vesikalarında Yalakabad naibliğine yazılmış olan bir takım hükümlere tesadüf olunmaktadır. Bunlardan Yalakabad yahud Yalak (bir kerre Yalive şeklinde yazılmıştır) kasabasının Kocaeli mutasarrıflığına tabi olduğunu, buranın ormanlarından saray bahçeleri için ağaç istenildiğini öğreniyoruz. Fakat bu asırda Yalakabad nâibliğine yazılan hükümlerin ekseriyetini bu kasabanın civarında Hırka deresinde tesis olunan kâğıd fabrikasına dair yazılmış hükümler teşkil et inektedirler.
19 uncu asırda ecnebi seyahlar Yalova kaplıcalarını ziyaret ediyorlar ve bu havalinin tarihi hakkında tetkikata başlıyorlar. Bu asrın başlangıcına doğru J. v. Hammer (Umhlick aut einer Reise von Constantinopel nach Brussa und dem OIympos, 1818, s.1503) adlı eserinde sahildeki Kara Yalovaç yahut Jalaikabad (Yalakabad olacak) kasabasından bizzat bu ılıcalara gittiğini, kaynağın bulunduğu vadiye JaiIakabad yahud Yalıova denildiğini, İstanbulluların bu hamamlara gittiklerini ve burada kırk gün kaldıklarını yazmaktadır. Ch.Texier (Asie Mineure, 1840, s. 69/70) adlı eserinde Evliya Çelebinin vermiş olduğu malûmatı tekrar ederek İstanbulluların evvelâ Gebze civarında Tavşandil içmelerinde kaldıklarını ve buranın, mevsiminde, hastalar, satıcılar ve kahvecilerde pek rengin bir manzara arzettiğini anlatmakta, bilâhare karşı sahile geçilerek Yalova ılıcalarında 15 gün banyo edildiğini ilâve etmektedir. Texier İstanbulluların bu ılıcaları, yakınlıklarından dolayı, Bursadakilere tercih etliklerini söylemekte ve buraların bilhassa kiraz mevsiminde kalabalık olduğuna ve kirazın bu suların tesirini teşdid eltiğine dair halk arasında bir kanaatin cari olduğuna işaret etmektedir. Rus jeologlarından Tchihatcheff (Çihaçef) Anadolunun ılıcalarına dair umumî malûmat vermekte ve bu meyanda Bursa ve Yalova ılıcalarını dahi tetkik etmektedir. 1840 senesinde burada pek kısa bir müddet kaldığını yazan Tchihatcheff Evliva Çelebinin vermiş olduğu malûmatı tekrar ettikten sonra Doktor Rigler'in bu sulardan bahseden bir eserine istinad ederek kaynakların adedinin dokuz olduğunu ve bunlardan fışkıran suların 61 - 65 derecede olduklarını ve mühim miktarda gaz neşrettiklerini yazmakdadır. Tchihatcheff hamamlara sıcak suyu irsal eden kanalların pek mükemmel bir vaziyette olduklarını ve suların bu kanalların içinde hiç bir teressübat meydana getirmediklerini kaydetmekte ve bu suların L. Smith tarafından tanzim edilmiş olan bir tahlil raporunu neşretmektedir.
Tarihî kısımları mehaz göstermeksizin Texier'den almış olan V. Cuinet (La Turquie d'Asie, Geographie administrative IV, 1894, s. 318 9) isimli eserinde Ahdülhamid devrindeki Yalova kaplıcalarının vaziyetine dair bir takım malûmat vermektedir. Bu devirde Yalova İzmid (İzmit) mutasarrıflığı ve Karamürsel kazasına tabi bir nahiye merkezi idi. Hazinei hassaya aid olan ılıcalar «Dağ hamamı» olarak zikredilmektedirler. Cuinet Doktor MiIIingen'in Abdülmecidin annesini bu ılıcaya götürdüğünü), bu suretle bu suların hassasının yeniden takdire mazhar olduğunu, 1892 senesinde İstanbuldaki «Cemiyeti Tıbbiye» tarafından teşkil edilen komisyonun bu sular üzerinde tetkikat yapıb bir rapor neşrettiğini ve bu raporda bu ılıcaların eski bir tarihi olduğundan ve Theodoranm 4000 kişilik maiyetile buraya geldiğinin zikredildiğini yazmaktadır. Cuinet sahilden 8 kilometre içerde ve denizden 80 metre yükseklikde bulunan kaynakların adedinin beş olduğunu, bunların derecei hararetinin 60 ı geçtiğini, Yalova sularının Aix les Bains sularına muadil olduklarını, Etibba cemiyetinin bu rapor üzerine faaliyete geçtiğini ve burada otel, hamam gibi bir takım sıhhî tesisat meydana getirdiğini ve İstanbul ile Yalova arasında muntazam vapur seferleri tertib olunduğunu ilâve etmektedir.
İşte bu imar devresi esnasında, 1893 ve 1895 senelerinde, general von der Goltz bu ılıcaları ziyaret etmiş ve intibaatını bir takım tarihî tetkikler ile birlikte (Anatolische Ausflüge, 1896, s. 9 v. s., 30 v. s.) isimli eserinde tesbit etmiştir. 1893 de von der Goltz hamam ve otellerin yapılmakta olduklarını, 1895 senesinde ise bu tesisatın esas itibarile bitmiş olduğunu yazmakta ve bu hususda hümkârın baş doktoru Mavrogeni Paşanın büyük himmeti dokunduğundan bahsetmektedir. Eski Yunanlılar tarafından Pythia, Türkler tarafından Dağ hamamı Beyoğlu muhiti tarafından ise Coury - les - Bains (Aix - les - Bains gibi) isimlerile anılan bu hamamların o zamanlar hazinei hassaya aid olduklarını von der Goltz dahi kavdetmekdedir.
Bu devirde bu havalinin tarihi dahi tetkik olunmağa başlanmış ve Gedeon 1893 de neşrettiği rumca «Yazılı taş ve tuğlalar» isimli kitabında bu havalinin tarihçesine geniş bir yer (s. 1 2-30) tahsis etmiştir.
Prof. Dr. Besim Ömer «Yalova Kaplıcası, 1317, s. 10-20» nam eserinde bu havalinin tarihçesinin bir hülâsasını yaptıktan sonra esas itibarile kaynağın civarında «Despot hamamı» ve «Valde hamamı» ve diğer müştemilâttan ibaret olan kaplıcanın Dr. Mordtmann'ın da dahil olduğu bir komisyon tarafından hazırlanan rapor üzerine imar edildiğini ve 1314 senesinden beri «tarzı aslisi muhafaza edilmek şartile» tamir edilen eski «Roma hamamının» 1316 senesinde küşad resminin icra edildiğini yazmakta ve bu hamama dair s. 17 v. s. da hayli tafsilât vermektedir.
Bu hamamın Abdülhamidin cülusunun 25 inci senei devriyesi münasebetile «müceddeden tamir ve ihya» kılındığını elyevm kaplıcaların deposunda mevcud 19 Ağustos 1316 tarihli bir kitabeden dahi öğreniyoruz.
1892-1896 senelerinde kaplıcanın müdür ve doktorluk vazifelerini görmüş olan J. Sioti «Yalovadaki Dağhamamları, 1322, s. 9-29» da bu havalinin tarihçesini yazmış ve esas mehaz olarak 1892 de neşredilmiş ve tarihî kısımları Dr. Mordtmann tarafından tertib edilmiş olan komisyon raporunu kullanmıştır. Mordtmann'ın kabartmalar üzerinde tasvir edilen ve o zamanlar Fenike ilâhları addedilen Herakles ve Hyllas’dan dolayı burada en eski zamanlarda Fenikelilerin oturmuş olduğunu istidlâl ettiğini, hatta Gemlik civarında periler tarafından çalınan Hyllas (s.38 e müracaat) yahud İoloos'un isminin Hella yahud Yello suretine inkilab ederek <> ismine bir kök teşkil ettiğine kani olduğunu öğreniyoruz. Sioti Bizans ve Türk devirleri için bazı noktaları yalnış bir tarihçe yaptıktan sonra kaplıcaların eski ve yeni halini mukayese etmekte ve bu hamamların istikballerinin parlak olacağına işaret ettikten sonra tıbbî tetkikata başlamakta ve eserinin sonuna (s. 105-106) bir de bibliyografya ilâve etmektedir. 
Fakat bu imar faaliyeti o zaman İstanbul halkının duyduğu tabii bir ihtiyacın bir mahsulü olmayıb Abdülhamidin memleketi Avrupa medeniyetine kapamak için takibettiği siyasetin bir neticesi idi. Ahdülhamid bu suretle Türklerin Avrupa kaplıcalarına gitmelerine mani olmak istiyordu. Fakat o zamanIar en küçük bir seyahat bile daimî bir kontrol ve bir tazyik altında cereyan ettiğinden bu kaplıcalar lâyık oldukları tekâmülü bulamamışlar, Meşrutiyet devrinde dahi inkişaf edememişler, biri birini takib eden harbler ise bu havalinin tamamiyle metrukiyetini mucib olmuşlardır.
Ancak Cumhuriyet devrinde Yalova kaplıcaları lâyık oldukları mevkiye çıkarılmışlardır. Bu mevkiin ehemmiyetini takdir buyuran Ulu Önder Atatürkün irşadlarile kaplıcalar, 1929 senesinden itibaren muayyen bir plân dahilinde icra edilen büyük bir imar faaliyetine sahne olmuşlardır. Bu suretle pek kısa bir zamanda harabelerin üzerinde tabii güzellikleri ve asrî tesisatı bir kül halinde toplıyan bir mamure yükselmiştir. Sahildeki Yalova kasabası İstanbul Vilâyetine tabi bir kaza merkezi-mertebesine çıkarılmış ve burası Gemlikten geçen bir yol ile Bursaya bağlanmıştır. Eskiden İstanbul ile İznik arasında bir geçid mahalli olan bu havali şimdi ise İstanbul ile Bursa arasında mütevassıt bir rol oynamağa başlamıştır. Büyük Önder Atatürkün esaslarını bizzat tesbit ettiği büyük imar plânının tatbiki Seyrisefain ve bilâhare Akay idarelerine verilmiş ve bu suretle muktedir zevatın daimi bir kontrolü altında buraların her sene bir kat daha imar edilmesi temin olunmuştur. Doktorlarımız ve İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi tarafında yapılan tetkikat ve tahliller neticesinde Yalova sularının esas itibarile kükürt ve kalsyom unsurlarını ihtiva eden az madenli sıcak sulardan olduğu ve bunların bilhassa radyo-aktif hassaları bulunduğu tesbit olunmuştur. Bugünkü hamamları, açık havuzları ve asrî tesisatile, her türlü konforu haiz otel, lokanta ve gazinolarile, geniş park ve ormanlarile Yalova kaplıcaları Avrupadaki herhangi bir kaplıca ile boy ölçüşebilecek bir mertebeye yükselmişlerdir.
İstanbul ile Yalova arasında süratli ve muntazam vapur seferlerinin tesisi, sahilden kaplıcalara kadar mükemmel bir asfalt yolun yapılması seyahat etmeği ve muhit değiştirmeği ve büyük şehirlerin dağdağasından uzak, sakin bir yerde istirahat etmeği medenî bir ihtiyaç olarak duyan halkımız tarafından bu ılıcaların büyük bir rağbet görmesini tevlid etmiştir. Fakat Yalova istirahat ve tedavi mahallinden mada bir turizm mahalli dahi olmağa namzeddir. Yeşillikler arasında gizlenmiş olan asar hafriyat sayesinde meydana çıkarıldıkda bu havalinin Avrupalı seyah ve arkeoloji meraklılarının bir ziyaretgâhı olacağı pek tabiidir. 1932 senesinde yaptığımız ve yakında neşredeceğimiz hafriyat arkeoloji sahasında dahi bu mahallin ne zengin defineler ihtiva ettiğini göstermeğe kâfidir.
II) ARKEOLOJİK ARAŞTIRMALAR
A) ADAK İSTELLERİ
Nr. 1 — Büyük hamamda, kubbeyi tutan pilyelerden birinin cephesine yerleştirilmiş olan bu istel iki kısma ayrılmıştır. Üst kısımda çukurlatılmış bir saharfin içinde Herakles alt kısımda ise müstatil şeklinde çukurlatılmış bir sahanın içinde üç Nemf tasvir olunmuşlardır. Herakles (yahud Herkül) sakallıdır; temamile çıplaktır. Başını pek hafif olarak sola doğru çevirmiştir. Vücudü tam bir atlet vücutludur. Sağ elile bir ucu yerde olan sopasının üzerine dayanmakla, sol kolunun üzerinde ise aslan postunu tutmaktadır. Vücudun ağırlığı sağ ayak üzerindedir. Sol ayak ise bir az yan tarafa vazedilmiş olub yalnız parmaklarile yere temas etmektedir. Bu istelde Heraklesin vücudü sola doğru meyletmiştir. Fakat diğer istellerdeki Herakles tasvirlerde bir mukayese ve esasen burada dahi dışarı taşkın bir vaziyette olan sağ kalça vücudün ağırlığının sağ ayak üzerinde olduğunu vazıh bir surette göstermektedir. Aşağı kısım da uzun bir elbise (Hiton) ve bunun üzerine bir manto (Himation) giymiş ve biri birinin ellerinden tutmuş olan üç Nemf tasvir edilmiştir. Mantonun uçları arka kısımda rüzgârda dalgalanmaktadırlar. Bu kabartmanın harici sathı pek fazla aşınmış olduğundan üslub tetkikalı yapmağa imkân yoktur. Bu istelin ilâh Herakles ve Nemflere adak edildiğini en iist kısımda bulunan bir satırlık bir kitabeden öğreniyoruz:
Harflerin yüksekliği: 0,02. Levha: I. Yükseklik: 0,60. Genişlik: 0,41. Bu istel ve diğerleri pilve duvarının içine oturtulmuş olduklarından kalınlıklarım tesbit etmek mümkün olamadı.
Nr. 2 — Diğer bir pilyenin cephesinde bulunan bu istelin üzerinde dahi Nr. I deki tasvirin hemen hemen aynı vardır. Bu istelde Herakles'in sağ ayağının üzerinde durduğu ve sol ayağını yana vazettiği açık bir surette görülmektedir. Aşağı kısımdaki Nemfler biribirinin ellerinden değil, fakat mantolarının uçlarından tutmaktadırlar. Tenasüb itiharile bu istelin Nr. 1 e faik olduğu görülüyor. Fakat harici sathı pek fazla aşınmış olduğundan üslubu hakkımda bir şey söylemeğe imkan yoktur. Bir kitaheye tesadüf olunamadı.
Levha: II. Yükseklik: 0,50. Genişlik: 0,39.
Nr. 3 — Bü istelde dahi aynı tasvire tesadüf ediyoruz. Üst kısım farla zedelenmiş olmakla beraher bu istelin itinası bir surette işlenmiş olduğu görülüyor. Alt kısımdaki Nemfler, Nr. I de olduğu gibi, biri birinin ellerinden tutmaktadırlar.
Levha: III. Yükseklik 0,50. Genişlik: 0,3S.
Nr. 4 — Üst kısmı (fronton) şeklinde olub üst üste vazedilmiş iki çukurlatılmış sahadan ibaret olan bu istelin üzerimde Herakles ve Nemfler tasvir olunmuşlardır. Sağdaki ve soldaki Nemflerin Himationlarile başlarını dahi örtmüş oldukları görülmektedir. Heraklesin altındaki taşkın satıh üzerinde ve Nemflerin altında ise kitabesi vardır. Bu istelin [Ale]ksandros'un oğlu Aleksandros tarafından [ilâh Herakles] ve Nemflere adak edildiği yazılıdır.
Harflerin yüksekliği: 0,01. Levha IV. Yükseklik: 0,58. Genişlik: 0,36.
Nr. 5 — Üst üste bulunan müstatil şeklinde çukurlatılmış iki sahanın birinde Herakles ve Asklepios, diğerinde ise biri birini elinden tutmuş üç Nemf tasvir olunmuşlardır. Herakles ve Nemfler diğer istellerde gördüğümüz vaziyette tasvir edilmişlerdir. Asklepios ise sol omuzunun üzerine atılmış ve yarı belinden aşağısını örten bir manto taşımakta ve etrafında bir yılan sarılı olan bir sopaya sağ elile istinad etmektedir. Bu kabartmanın birinci sathı pek fazla aşınmıştır. Bir kitabeye tesadüf olunamadı.
Levha: V. Yükseklik : 0,32. Genişlik: 0,37.
Bu isteller iyi olan hastalar tarafından kaplıca ilâhlarına ithaf edilmişlerdir. Mevcud beş adak istelinin üst kısmında Herakles’in tasvir edilmesi ve kitabelerde dahi Heraklesin ilah olarak gösterilmesi burada ibadet edilen en büyük ilahın Herakles olduğunda şüphe bırakmamaktadır. Herakles burada sıcak su ve bu yüzden bir sağlık ilâhı olmuştur (daha fazla tafsilât için s. 37-3Se müracaat) Herakles tasvirlerinin beşi de hemen hemen yekdiğerinin aynıdır Şu halde bunIarın bir tek modeli kopya ettikleri neticesine varıyoruz. Bu kabartmalarda Herakles’in üst kısmı yarım daire şeklinde olan bir höcerenin içinde bulunması, kaynak civarında mücessem bir Herakles heykelinin kayaların içine oyulmuş bir höcere, yahud ufak bir bina ve yahud bir mabedin içinde bir zamanlar mevcud olduğu ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Her ne hal ise, bu kabartmadaki Herakles tasvirinin bir Yunan orijinalinin kopyası olduğu anlaşılıyor. Bu orijinali bulmak için S. Reinach'ın Repertoire de la Statuaire grecque et romaine, nouvelle edition, unu karıştırırsak burada tesadüf ettiğimiz yüzlerce Herakles heykeli arasında Komada Chiaramonti Müzesinde bulunan bir Herakles heykelinin bizim kabartmalara en fazla benzediğini tesbit ederiz. Bracciano civarında Oriolo Romano'da bir hamam harabesinde bulunmuş olan bu heykel sakallı ve çıplak Heraklesi tasvir etmektedir. Tabiî cesameti biraz aşan bu heykelde dahi baş hafif olarak sola çevrilmiş, vücudün ağırlığı sağ ayağa tahmil edilmiş ve sol ayak yan tarafa vazedilmiş ve yalnız parmakların ucu ile yere tamas etmekte bulunmuştur. Bu heykelin sağ elile bir ucu yerde bulunan sopaya istinad etmesi, hafif kıvrılmış olan sol kolunun üzerinde aslan postunu taşıması Yalova kabartmalarına pek ziyade benzemektedir. Bilhassa vücudün teşekkülâtı, göğüs adelelerinin geniş ve mahdud sahalara taksim edilmiş olması ve 1 numaralı istelde vazıh bir surette görüldüğü veçhile kalçaların karından kuvvetli hatlarla ayrılmış olmaları Oriolo heykelinin teferruatına tamamile tekabül etmektedir. Fakat bu heykel halen kaybolmuş olan bir Yunan heykelinin kopyasıdır. Oriolo heykelinin san'at tarihindeki mevkiini A. Furtvvangler tesbit etmiştir 2). Furtvvangler bu heykelin Milâddan önce 5. asır heykeltraşlarmdan Polyklet tarafından yapılmış Dory- phoros heykelindeki üslûbu 4. asırda yaşamış olan heykeltraş Lysip- pos'un meydana getirmiş olduğu heykellerin hususatilc karıştıran bir eser olduğunu tesbit etmiştir. Mahler 3) dahi esas itibarile Furt- vviingler'in tezini kabul etmiş, heykelin başının vücude nisbeten küçük olduğuna işaret ederek bu hususta küçük başlardan hoşlanan Lysippos'un bir tesiri olduğunu kabul etmiştir. 1 numaralı istelde ise baş vücude göre küçük değildir. İhtimal bizim kabartmalar 4üncü asır orijinalini daha itinalı bir surette kopya eden bir heykeli taklid etmişlerdir.
4 üncü asır Yunan orijinalinin bizim kabartmalara doğrudan doğruya örnek olduğunu kabul edemeyeceğiz. Bu orijinalin Hellenistik ve Romen devirlerinde gerek kabartmalar, gerek mücessem heykeller tarafından sık sık kopya edilmiş olduğunu tesbit edebiliyoruz.  Hellenistik ve Romen devirlerinde Bitinyada Heraklese geniş mikyasda ibadet edildiği nazarı itibara alınırsa burada gerek  mabedlerde, gerek diğer muhtelif yerlerde Herakles'in birçok mücessem heykel ve kabartmalarının mevcud okluğu anlaşılır. İşte bu heykeller hakkında paraların üzerindeki tasvirler bize bir fikir vermektedirler. Ayni Herakles tipini Prusa (Bursa) kıralı Prusias'ın (Milâddan Önce 2 inci asrın birinci nısfı) sikkelerinin üzerinde bulmak kabildir. Roma imperatorluğu zamanı için Klaudius zamanına ait Kios (Gemlik) ve Traianus zamanına ait Herakleia (Ereğli) paraları zikrolunabilirler. Thasos (Taşoz) adasında dahi ayni tipte bir Harakles heykelinin mevcudiyetini paralar isbat etmektedirler. Fakat bu heykelin sakalsız bir Heraklesi tasvir ettiği anlaşılıyor. Hulasa olarak buı kabartmalardaki Herakles tasvirlerinin kaynak civarında duran, yahud Bitinyada, meselâ Bursa ve Gemlik gibi şehirlerde bulunan 4. asır bir Yunan orijinalini kopya eden mücessem Herakles heykellerini model olarak kullanmış olduklarını tesbit ediyoruz.
5 numaralı istelde Heraklesin yanında Asklepios dahi tasvir edilmiştir. Bu kabartma o kadar aşınmıştır ki gerek vaziyeti, gerek üslûbu hakkında bir fikir yürütmeğe imkân yoktur. Bu kabil. Asklepiosu sakallı olarak yarı çıplak tasvir eden mücessem heykeller pek mebzul iselerde bizim kabartmada Asklepios'un sopaya dayanması, başını hafif olarak sola çevirmesi ve esas itibarile sağ ayağının üzerine durması yanındaki Herakles'in vaziyetine pek benzememde ve bu isteli meydana getiren heykeltraşın bu hususda mücessem bir heykeli kopya etmekden ziyade doğrudan doğruya Herekles tipini bazı tadilâtla almış olduğunu göstermektedir.
İstellerin alt kısımlarımla müstatil şeklinde çukurlatılmış sahaların içinde tasvir edilmiş o!an Nemf  yahud peri kızları dahi sıcak su ve bu yüzden sağlık ilaheleridir. Hiton ve Himation giymiş olan bu periler Yunan ve Romen devirlerinde sık sık tesadüf edilen bir kadın heykeli tipini tekrarlamaktadırlar 1 numaralı istekle mantonun, uçları, neo-attik kabartmalarda olduğu gibi, rüzgârda dalgalanmaktadırlar. Nemfelere bilhassa Trakyada ibadet edilirdi. Bu havalide bulunmuş olan kabartmalar ve sikkeler elele vermiş üç peri motifinin buralarda nekadar mebzul olduğunu gösterirler. Bilhassa Bulgaristanda Tatarpazarcık civarında Saladinovo mevkiinde keşfedilmiş olan bir Nemfler mabedinde 106 adet adak isteli bulunmuştur. Ekserisi Milâddan sonra 2 – 3 asra aid olan bu istellerde biribirinin elinden tutmuş üç Nemfe tesadüf edilmektedir. Roma devrine ait Trakya sikkelerinde dahi ayni tasvirler bulunmaktadır. Binaenaleyh gerek Nemflere ibadetin, gerek bu üç Nemf tasvirinin Trakya ve Balkanlardan Bitinya'ya geçmiş olduğu kabul olunabilir. Fakat Anadolu'da dahi Nemf ve bunlardan lâyikile tefrik olunamıyan Harit'Iere tesadüf edilmektedir. Kaikos (Bakırçay) kenarında Germe şehrinin sikkelerinde bu kabil Nemflere tesadüf edilir. Herekleia (Ereğli) sikkelerinin üzerinde Zevs'in yanında hazan giyinmiş, hazan çıplak üç Nemf tasvir edilmişlerdir. Prusa (Bursa) ve Nicaea (İznik) sikkelerinde ise üç çıplak Nemf vardır.
Bu ilâh ve ilahe tasvirlerini münferid olarak tetkik ettikten sonra Herakles ve Nemfler grupuna tesadüf edilib edilmediğini araştıralım. Yalovada kaynak civarında sıcak su ve sağlık ilâhı olan Herakles'in yine sıcak su ve sağlık ilaheleri olan Nemflerle birlikte tasvir edilmiş olması kendiliğinden anlaşılır. Cenubî İtalyada Thermai şehrinin Milâddan önce 1. asra ait paralarında Herakles ve Nemflerin birleştirilmiş olduğu görülmektedir. Bu paraların bir tarafında sağ elinde sopa ve sol elinde aslan postunu tutan sakallı Herakles, diğer tarafında ise Yalova istellerinde olduğu gibi giyinmiş üç Nemf görülmektedir. Bu tasvirlerin, Thermai şehrinin meşhur olan sıcak madenî sularile alâkadar olduğu aşikârdır. Romen devrinde ise Herakles'in Silvanus, Merkurius gibi ilâhların yanında Nemflere adak edilmiş olan istellerin üzerinde sık sık tasvir edildiğini P. Hartuig yazıyor. Paraları tetkik edecek olursak Bitinyaya tâbi Herakleia (Ereğli) şehrinin Gordian zamanına aid bir parasında, bir tarafda ilâh Zevz ve üç Nemfi, diğer tarafda ise bir Herakles başını buluruz. Fakat ayni şehrin diğer bir sikkesinde Herakles başının yerinde imperator başının bulunduğuna göre bu sikkelerdeki Heraklesi'n Nemflerle derin bir rabıtası olmadığı meydana çıkar. Roma kabartmaları arasında Herakles ve Nemflerin tasvirlerini birleştiren kabartmaların en mühimlerinden birini Vatikan'da bulunan ve Herakles, Silvan üç Nemf ve Diana'yı tasvir eden kabartma teşkil etmektedir.
Bu tetkikatımızın sonunda bu istellerin hangi devre aid olduklarını tesbit etmemiz lâzımgelir. Büyük sanat ceryanlarından tamamiyle uzak, mahalli birtakım işçiler tarafından itinasız bir surette yapılmış ve uzun müddet açıkda kaldıkları için üzerleri aşınmış olan bu istellerin tarihlerini tesbit etmek müşkül bir meseledir. 1 numaralı istelin kitabesini tetkik edecek olursak harflerin ince, zarif ve mütenasih ve mesela (O), (Y) ye (A) harfleri için hafif inhinalı hatların kullanılmış olduğunu ve her harfin uçlarının bir burgu ile delinmiş olduğunu görür ve bu kitabenin kabartma ile birlikte Hellenistik devrine [Milladdan önce 1 inci asır) aid olduğunu kabul edebiliriz. 2 numaralı istelin dahi bilhassa eşhasda görülen tenasübden dolayı, aynı devreye aid olması lâzımgelir. 4 numaralı istelde ise gerek işçiliğin inhitat emareleri göstermesi, gerek kitabede sigma harfi için (—) şekli yerine (C) kullanılmış olması bu istelin Romen devrine aid olması ihtimalini kuvvetlendirmektedir. 3 ve 5 numaralı istellerde ayni seriye dahildirler. Biribirinin hemen hemen aynı olan bu istellerin yekdiğerinden asırlarca farklı olmaları ilk nazarda kabul olunmıyabilir. Fakat bazı dinî an'ane ve tasvirlerin asırlarca hiçbir değişiklik göstermeden şekillerini muhafaza ettikleri nazarı itibara alınırsa bu istellerin bir kısmının Hellenistik, diğer bir kısmının ise Romen devrinde (1. veyahud 2. asır) yapılmış oldukları ihtimal dairesine girer. Bu sahada yapılacak yeni keşfiyat, bulunacak yeni kitabeler, bir gün bu meseleyi halledeceklerdir.
B) MEZAR İSTELLERİ
Nr. 1 — Büyük hamamda, kubbenin altında, duvarın içine yerleştirilmiş olan bu mezar isteli parçasında bir yatağın üzerinde yatan ve cenaze ziyafetine iştirak eden ölünün tasviri vardır. Ön tarafda üç ayaklı bir masa bulunmakdadır. Yatan şahıs, sağ elinde ihtimal bir çelenk, tutuyordu. Dış sathı son derece aşınmış olan bu kabartmaya dair daha fazla bir şey söylemeğe imkân yoktur.
Levha: VI. Yükseklik: 0,60. Genişlik: 0,22.
Nr. 2 — Yalovada kaplıcalar civarında bulunmuş ve ortasından kırılmış olan bu istel Seyri Sefain idaresi tarafından 1932 senesinde İstanbul Müzelerine gönderilmiş ve burada tamir edilerek Müze bahçesinde teşhir edilmiştir. Bu istel iki kısımdan ibarettir. Alt kısım, üzerinde bir kitabeyi havi bir autel - mezbah şeklinde bir kaideden ibarettir. Bu kaidenin üstünde akroterler ve bunların arasında bir Medüz başı bulunmaktadır. Üst kısım ise üç köşe bir frontonu havi bir istekidir. Müstatil şeklinde çukurlatılmış bir sahanın içinde cenaze ziyafetinde bulunan dört şahıs tasvir olunmuşlardır. Bunlardan ikisi erkek olub bir yatağın üzerinde yatmakta, ikisi ise uzun elbise ve başlarını örten bir manto giymiş kadınlar olub sahanın sağında ve solunda koltuklarda oturmaktadırlar. Yatağın önünde üç ayaklı bir masanın üst kısmı göze çarpmakdadır. Kaidenin üzerinde 6 satırlık kısmen bozulmuş bir kitabe vardır.
Bu kitabetle, resime tevafuk eden bir şekilde, Zofilos ve Hoiros yahud Hoirilos şeklinde iki erkek ismine ve Dometia ve Papia şeklinde iki kadın ismine tesadüf ediyoruz. Bunlardan iki erkek daha hayatta iken bu taşı dikmişlerdir. Papia'ın ise 23 yaşında öldüğü anlaşılıyor. Erkeklere olan akrabalığı tesbit edilemiyen Dometia'nın ise, bu taşıtı dikildiği zaman, hayatta yahud ölmüş olduğu malûm değildir.
Harflerin yüksekliği: 0,02 S. Levha: VII. Envanter Nr. 40S8. Yükseklik: 1,68. Genişlik: 0,58. Kalınlık: 0,55.
Nr.3 — Yalova parkında bulunan bu istel 2 numaranın hemen hemen aynıdır. Üst kısımda, sol tarafta yatağın üzerinde yatan iki erkeğin yanında, bir kadın vardır. Alt kısımda 7 satırlık bir kitabe varılır: Tercümesi: Teofilos'un kızı Avge Metrodora daha hayatta iken kendisi için ve 70 sene yaşamış olan kocası Dorion'un oğlu Diodoros için 30 sene yaşamış olan oğlu Dorion için bu âbideyi hayatta kalan çocukları Metrodoros ve Herme ile birlikte dikti.
Şu halde istelin üst kısmında tasvir olunan erkeklerin Diodoros ve Dorion, kadının ise bu taşı dikdiren Matrodora olduğunu öğreniyoruz.
Harflerin yüksekliği: 0,025. Levha VIII. Yükseklik: 1,50. Genişlik: 0,60. Kalınlık: 0,30.
Nr.4 —  Bu istel şekil itibarile diğerlerinin aynıdır. Yalnız üst kısımdaki fronton'un altında arşitrav yarım daire şeklinde yukarı doğru kıvrılmıştır. Kaidede, kitabenin altında, ince çizgilerle gösterilmiş bir çift öküz, sapan, orak ve sair ziraî aletler tasvir edilmişlerdir. Kaidenin üzerinde 8 satırlık bir kitabe vardır: Tercümesi: Ariston'un oğlu OIympas daha hayatta iken 25 sene yaşamış olan karısı Markiane için çocukları Magnos ve Nemeris ile birlikde bu taşı dikdi.
Harflerin yüksekliği: 0,025. Levha: IX Yükseklik: 1,20. Genişlik: 0,60. Kalınlık: 0,27.
3 ve 4 numaralı istelleri «Türk Tarih, Arkeologya ve Etnografya Dergisi» nde (Cild 1, 1933, s. 113 v. s.) neşretmiş olduğumdan burada kısa malumat vermekle iktifa edeceğim. Bu istellerin işçiliği bozuk ve itinasızdır. Üslûb itibarile 2 numaralı istel diğerlerinin fevkindedir. 3 numaralı istelin kitabesi, bilhassa harflerinin tipik şekillerde, aşağıda bahsedeceğimiz Geryllane'nin mezar abidesinin kitabesine veyahut Üskübide bulunmuş bir takım kitabelere benzemekde ve Millâddan sonra 3 üncü asrın ilk nısfını ima etmekdedir. 4 numaralı istel ise (M) ve (C) nın şekillerinden dolayı biraz daha yeni olub 3 üncü asrın ikinci nısfına aiddir. Bu iki kitabeden çok daha düzgün harfleri bulunan 2 numaralı istelin kitabesi ise ikinci asrın ikinci nısfına aiddir.
Bu üç istel (Nr. 2-4) kitabe ve kabartma ve işçilik noktai nazarından değil, fakat şekilleri bakımından pek ender ve enteresan üç âbidedirler. Yunan ve Romen mezar istellerinde böyle bir şekle tesadüf edilmez. Mamafih Yalovada bulunmuş olan hu mezar âbidelerinin münferid olmadıklarını İznik civarında Mekecede bulunmuş oIan Diliporis ve Geryllane'nin mezar âbideleri göstermektedirler. Bu âbidelerin alt kısımları kitabe, akroter ve bunların arasında Medüz başını havi bir mezbah şeklinde bir kaidedir. Bu kaide, kısa taraflarında konsol şeklinde taşan bir mermer plâka taşımakta ve bu plâkanın üzerinde de bir lâhid bulunmaktadır. Şu halde Bitinvada mahallî bir takım âdetlerin mevcud olduğunu, ölüyü ihtiva eden lâhid in insanların seviyesinden daha yüksek bir seviyeye çıkarıldığını, buna imkân bulunamadiği takdirde ölülerin tasvirlerini havi taşların yüksek bir kaidenin üzerine vazedildiğini tesbit ediyoruz.
Bu mezarı yükseltme âdetini arkayık zamanlardan beri Likyada buluyoruz. İksantos (Xanthos) da yüksek kaideler üzerine vazedilmiş lâhidler, yahud 4-5 metre yüksekliğinde monolitlerin üzerinde bulunan mezar odaları bu âdeti gösterir tipik nümunelerdir. Hattâ Karvada Halikarnas'daki Mausolos'un meşhur türbesi dahi ayni seriye dahildir. Yüksek mezarlara Anadolunun Cenubi garbî sahillerinde Romen devrinde dahi tesadüf edilir. Bu âdet buradan İtalya’ya dahi geçmiştir. Bitinyadaki âbidelerin Likya âbideleriyle bir münasebeti olduğu aşikârdır. Yalova istelleri Yunan dininin büyük ceryanlarından masun kalmış olan bu mahalde bazı dini anane ve âdetlerin sabit bir şekil alarak asırlarca baki kaldıklarını göstermektedirler. Arkeolojik âbidelerin bize gösterdikleri bu muhafazakârlığı dinler tarihi noktai nazarından Kısım III deki tetkikatımızla teyid edeceğiz.
111) DİNLER TARİHİ NOKTAİ NAZARINDAN
ARAŞTIRMALAR
Anadolunun en eski sekenesi olarak kabul olunan <>  fetişist itikadlarının yanında antropomorf nazariyelerinin dahi pek ilerlemiş olduğunu bu kavimlerin büyük bir tabiat ilahesi olan ve Anadoluda asırlarca, bir çok muhaceretlere ve kültür tahavvüllerine rağmen benliğini muhafaza etmiş olan bir ilaheye ibadet ettiklerini dinî taharriyat isbat etmiştir. Bu büyük ilahenin yanında bunun muhibbi yahud oğlu olan bir erkek ilâha dahi ibadet edilirdi. İlahenin ismi Ma, Ammia, Nanna, Anna, Megale Meter (Büyük anne), ilâhların annesi, Kubile, ilâhınki ise Ates, Attis, Papas veyahud Men olarak gösterilmektedir. Anadolu ve Ege havzasında bulunmuş olan bir çok kadın idolleri ve bir kaç adet erkek idolunun bu iki ilâh ile münasebettar oldukları anlaşılıyor. Hıristiyanlık devrinde Yalovada bulduğumuz üç azizeden ikisinin isminin Metrodora ve Menodora olması bu havalide büyük ilahe Meter ve ilâh Men yahud Attisin Hristiyanlık zamanında ortadan kalkmamış olduklarını göstermektedir. Fakat bu antropomorf itikadların yanında fetişist itikadların dahi mevcud oldukları anlaşılıyor. Bitinyada ağaçlar mukaddes addedilirlerdi. Attis dininde kozalak büyük bir rol oynardı. Tekmil Bitinyada ise kehanet hassasına malik bir yer altı yılanına ibadet edilirdi. 
İşte bu tafsilâttan sonra Yalovada bir yer yarıntısından çıkan sıcak sular ve dumanlarda Anadolu kavimlerinin ilâhî bir kuvvet buldukları ve bu yer altı ilâhına ibadet ettikleri muhakkaktır. Bilâhara bu suların şifabahş hassalarını keşfetmişler, fakat bu hassaları ilâhların bir Iutfu mahsusu olarak telâkki etmişlerdir.
Torların muhaceretinden sonra kökleri Ege ve Anadoluda olan hu ilâh ve ilaheler, bu devirde antropomorfizmin ilerlemesi üzerine tam manasile bir insan şeklinde tahayyül ve tasvir olunuyorlar. Bunların yekdiğerile akrabalık ve münasebetleri şairler tarafından o zamanki derebeylerin ailelerini takliden tesbit ediliyor, işte bu «Homer ilâhları» bazı yerlerde eski fetişlerin yerine kaim oluyorlar, bazan ise bunları ortadan tanı anı ile kaldırmağa muvaffak olmaksızın bu fetişlerin birtakım vasıflarını almakla iktifa ediyorlar. Meselâ ismi eski bir Anadolu ilâhı olduğunu gösteren, fakat bu devirde başka bir şekil alan Apollon Delfide kehanet hassasına malik bir yer altı ilâhı olan Python'u öldürerek bunun yerine kaim oluyor ve Apollon Pythios ismini iktisab ediyor. Malûm olduğu üzere eski Delfi mabedinde bir yer yarıntısından çıkan dumanlardan burada bir kehanet ilâhı oturduğuna hükmedilirdi. Bu ilâh ilk zamanlarda, yani Anadolu kavimlerinin Yunan kontinanında oturdukları zamanlarda, bir yer altı yılanı idi; bilâhara mevkiini Apollona terketmeğe mecbur kalmıştı. Bu analojiye göre Yalovada dahi ilk zamanIarda yerden fışkıran sıcak su ve dumanlardan burada bir yer altı kâhininin mevcud olduğunu ve bu fetişin bilâhara mevkiini diğer bazı «Homer» ilâh ve ilahelerine terkettiğini kabul edebiliriz. Netekim 6. ıncı asır Bizans müverrihleri tarafından bu ılıcalar «Therma Pythia» olarak gösteriliyorlar. Bu ismin burada putperestlik zamanına kadar çıktığına yukarıda işaret etmiştik. Milâddan önce 7. inci asırdan itibaren Delfideki Apollon Pythios'un kehanet mabedi beynelmilel bir şöhret kazanıyor. Yerden fışkıran sıcak su ve dumanları havi mahallerin ekserisi Yunanlılar tarafından Apollon Pythios ile münasebettar gösteriliyorlar. Yalova ılıcalarından maada ayni hali Hierapolisde dahi tesbit edebiliyoruz. Bu şehrin pek meşhur olan ılıcalarının yanında bulunan bir mabed «Apollon mabedi» ismini almıştı. Buradaki Apollonun «Apollon Pythios» olduğunu bu şehirde bu ilah şerefine tertib edilen «Pythia» oyunları isbat ederler.
Fakat Yunanlılar tarafından Delfiye izafeten «Therma Pythia» ismini alan bu hamamlarda eski yer altı fetişlerinin yerine Apollonun kaim olmadığı anlaşılıyor. Apollona burada ibadet edildiğine dair elimizde halen hiçbir vesika yoktur. Ellimizde mevcud altı adak istelinin üzerinde en başta Heraklesin tasvir edilmiş olması ve adak sahihlerinin Heraklese yani «ilâh»  diye hitab etmeleri bu ılıcalardaki baş ilâhın Herakles olduğunda şüphe bırakmamaktadır. Heraklesten sonra Nemf yahud perilere ibadet edildiği görülüyor. Asklepios ise yalnız bir defa Heraklesin yanında tasvir edilmiştir.
Yalovadaki Herakles kuvvet ve atletizm iIâhı değil, fakat hamamların ve sıcak suların ilâhı Heraklestir. Heraklesin bu vasıfları haiz olduğuna dair bir çok misaller zikredebiliriz. Meselâ Methane'de ibadet edilen Heraklesin kükürtlü suların ilâhı olduğu anlaşılıyor. Yunanistanda Thermopyllerde dahi Heraklese ibadet edilirdi. Bulgaristanda Küstendil (Pautalia) civarındaki sıcak su kaynaklarının yanında Heraklesi tasvir eden bir kabartma parçası bulunmuştur. Anadoluda Lidyada Heraklesin sıcak sularından Eskiçağlarda sık sık bahsedilirdi. Kendisi Hyllos nehrine girerek şifa bulmuş ve buradaki nehirler bu ilâh için sıcak sular akıtmışlardı. Frigyada dahi Herakles sıcak sular ile münasebettar gösterilmiştir. Sıcak su bulunan Herakles ile münasebattar gösterilmiş olan bu yerlerde, bilhassa Lidyada, Heraklesin Geryones namında bir ejderi öldürmüş olduğu efsanesi bulunduğuna göre bu tabiî sıcak suların ilk evvela, fetişist itikadların bir neticesi olarak, Geryones namında bir yer altı fetişine ithaf edildiği, bilâhara Yunan dininin buralara kadar nüfuz etmesile Heraklesin Geryones'in yerine sıcak su ilâhı olarak kaim olduğu anlaşılır.
Esasen Yunanlılar Heraklesi bir «memba arayıcısı» olarak göstermişlerdir. Meselâ Argonavtların efsanesinde Herakles müteaddid defalar gemiden karaya çıkmış ve su aramıştır. Bitinyada Kios (Gemlik) de dahi nedimi güzel Hylas ile birlikte karaya çıkmış ve Hylası perilere kaptırmıştı. Kios civarında bir nehrin ismi Hylas idi. Bu havalinin halkı her sene Hylas'ın hatırasını tebcil için bir şenlik yaparlar ve Arganthonios (Samanlı dağları) dağlarının derin ve ıssız vadilerini dolaşarak «Hylas, Hylas» diye bağrışırlardı. ihtimal Herakles bu efsanenin meydana geldiği 7. inci asırda Kios vasıtasile Yalovaya girmiştir.
Herakles sıcak suların hâmisi olmak sıfatile bir sağlık ilâhı dahi olmuştur. Bilhassa 5 numaralı istelde Asklepios ile birlikte tasvir olunması, Heraklesin bir sağlık ilâhı olduğunda şüphe bırakmamatadır.
AskIepios dahi fetişist nazariyelerin dine hâkim oldukları bir devirde yer altı yılanı idi. Ancak Yunanlıların tesiri ile bu ilâh insanlaşmış ve bir sağlık ilâhı olmuş ve eski şeklini bastonunun etrafına sarılmış olan ve mukaddes addedilen yılan şeklinde muhafaza etmiştir. Bitinyada bu ilâha vâsi mikyasta ibadet edildiğini biliyoruz.
Yunan sağlık ilâhlarının ekserisi gibi Asklepios dahi sıcak kaynaklarla münsibettar gösterilmiştir. Bursa kaplıcalarında Asklepios mühim bir mevki işgal ederdi. Trakyada dahi Küstendil şehrinin civarında Hisarlık tepesinin eteğinde, sıcak su kaynaklarının yanında bir Asklepios mabedi bulunmuştur.
Bir sağlık ilâhı olan Heraklesin Asklepios ile birlikte tasvir olunması kendiliğinden anlaşılır. Esasen çok daha eski zamanlardan beri bu iki ilâh biribirile münasebettar gösterilmişlerdir. Lakonyada temerküz eden bir efsaneye göre Asklepios yaralı Heraklesi Taygestos'da bir mağarada gizlemiş ve Herakles'te teşekkür makamında İsparta civarında Asklepiosa bir mabed inşa etmiş imiş.
Herakles ve Asklepios'dan maada Yalovada Nemflere dahi ibadet edilmiştir. Nemfler dahi sıcak su ve bu kabil suların hastalıklara şifalı tesirlerde bulunduklarından dolayı sağlık ilaheleri olmuşlardır. Yunanistanda Efis eyaletinde Amyrgos nehri kenarında Nemflerin bir mabedi vardı. Bu Nemflere adak adayan ve kükürtlü suda banyo eden cild hastalıklarından kurtulurdu. Trakyada Burgaz civarındaki Anhialos sıcak sularında (Aquac Cnlidae) dahi Nemflere ibadet edilirdi. Burada Nemf tasvirlerini havi kabartmalar ve sikkeler bulunmuştur. Yukarıda ismi geçen ve sıcak sularile meşhur olan Hierapolisde bulunmuş bir kitabede şehrin ismini taşıvan bir Nemfe teşekkür olunmaktadır. Yunanlılardan mada Romalılarda dahi Nemflere vasî mikyasda ibadet edildiği İtalya’da ve bilhassa Avrupa kıtasındaki Roma eyaletlerinde bulunmuş olan bir çok kitabe ve sair âsardan anlaşılmaktadır. Yukarıda dercettiğimiz şiir parçasında Bursa ve «Pythiades Nymphai» ismini taşıyan Yalova Nemflerinin namı tebcil olunmaktadır.
Sıcak su, sağlık ve aynı zamanda kehanet ilaheleri olan Menflerin Asklepios ve Herakles ile münasebettar gösterilmeleri pek tabiidir. Heraklesin Nemflerle olan münasebetlerinden bilhassa Diodor ve Aristides bahsetmektedirler. Istanköy (Kos) adasında bulunmuş olan bir kitabede Herakles Nemflerle birlikte yadedilmektedir. Sicilyada, Himera şehrinde, Heraklese kuvvet bahşetmiş olan madeni suları Pindar «sıcak suyu havi Nemf hamamları» olarak göstermektedir. Nemflerin Asklepios ile olan münasebetlerine Ovid işaret etmekte ve Aklepiosun annesinin Koronis isminde bir Nemf olduğunu yazmaktadır. Aristides dahi bu ilahelerin Asklepios ile olan rabıtalarına işaret etmiştir.
İşte uzun müddet Yalova’da bu ilâh ve ilahelere ibadet edilmiş ve hastalar bu ilâhların yardımıyla  «mabed uykusuna» yatmak ve rüya görmek suretiyle mucizevî bir şekilde hastalıklardan kurtulmak yolunu aramışlardır. Hattâ Hristiyanlık bu havaliye nüfuz ettikten sonra dahi mahallî halk tarafından bu ilâh ve ilâhelere ibadet edilmiştir. Fakat Hristiyanlık devrinde, putperestlik zamanından kalma bu ilâhlara, bilhassa Nemflere başka bir şekil verilmiş, bunlar din uğrunda bu havalide öldürülmüş olan üç azize şekline sokulmuşlardır. Hıristiyanlığa ait mukaddes vakayiden bahseden vesikalarda (Acta Sanetorum) Menodora, Metrodora ve Nymphodora isimlerini taşıyan üç kız kardeşin Bitinyada doğdukları ve Hristiyanlığı kabul ettikleri, bunların genç kız çağın geldikte Pythia hamamlarının civarındaki tepelerden birine çekilerek burada ibadetle meşgul oldukları ve bir takım kerametler gösterip sıcak sulara gelen hastaları iyi ettikleri ve bu yüzden bu kızların tekmil Yalova havalisinde şöhret buldukları yazılıdır. O zamanlar imperator Galerius Maximianus (4. asrın birinci nısfı) ve Yalova havalisinin valisi Fronto idi. Franto kızların bu halini haber aldıkta buraya bir hâkim (assessor) göndermişti. Hâkim kızlara Hristiyanlık gibi batıl bir itikadı terk etmelerini, putperestlik dinine tekrar rücu etmelerini söylemiş, kızların bunu şiddetle reddetmesi üzerine üçünü de arka arkaya idam ettirmiştir. Onuncu asırda bir takım aziz ve azizler hayatlarına dair tarihî yakaları ve efsaneleri toplamış olan Simcon Metaphrast'a atfolunan, fakat sarayın kaplıcalara ehemmiyet verdiği 6 ıncı asırda meydana gelmiş olması dahi ihtimal dahilince olan bu vakanın tarihî bir hâdise olduğu pek şüphelidir. Bilhassa bu üç azizenin isimlerinin üzerinde durmağa değer. Çünkü Metrodora'da Meter, yani Anadolunun en büyük Tabiat ilahesinin, ilâhların annesinin ismini, Menodora'da ise büyük ilâhenin oğlu ve yahud sevgilisi ve Attis'in başka bir şekli olan Frig ilâhlarından Men’in ismini, NymphodoraJda ise Yalovada ibadet edilen Nemflerden birinin ismini bulmak kabildir. Şu halde Hristiyanlık devrinde yeniden canlanan bu isimlerden, bu havalide bir zamanlar, bu kısmın başlangıcında bahsettiğimiz, en eski Anadolu ilâh ve ilahelerine ibadet edildiğini öğreniyoruz. İhtimal Hristiyanlık devrinde, yukarıda tetkik ettiğimiz adak istelleri herkesin görebileceği bir yerde idiler ve mahallî halk bunlara ibadete devam ediyordu. Hıristiyanlık bu ilaheleri ortadan kaldıramamış, yalnız bunlara başka bir şekil vermiştir. Bu azizelerin mezarlarının hamamların civarında bulundukları ve bunların zaman ile birer ziyaretgâh oldukları pek muhtemeldir. Kontantin zamanında burada inşa edilmiş olması muhtemel olan bir (Arhangelos = Baş melek) kilisesi mevcuddur, İhtimalen bu kilise bir Yunan - Romen mabedinin verine kaim olmuştur.
Türklerin bu havaliyi zaptetmelerde İslamiyet buralara giriyor. Bu devirde putperest mabedlerin, Bizans kiliselerinin ve azizelerin mezarlarının yerine hamamların civarında bir abdal dervişin mezarının kaim olduğunu görüyoruz. «Ali Osmanın bazı kütübül - ahharına» istinad eden İdris Bitlisi, Lütfü Paşa ve Ali bu derviş hakkında oldukça efratlı malûmat vermektedirler. İsmi İdris tarafından (Bineva baba), Ali tarafından ise (Abapuş) olarak gösterilen bu derviş bir gün bu havalide çıplak bir halde ve elinde tahta bir kılıç ile belirmiş ve civar halkını İslama davet etmişti. Ahali kendisile alay etmeğe ve «senin elinde bir silâhın bile yok, ne yapabilirsin» diye söylenmeğe başlamışlardı. Hattâ bunlardan birisi dervişin önünde durmuş ve «bu tahta kılıçla beni kes bakalım » demişti. Derviş ise Allaha sığınıb tahta kılıcile bir darbe indirmiş ve o zatı ikiye bölmüştü. Bunu gören halkın bir kısmı kaçmış, bir kısmı ise İslamiyeti kabul etmişti. Lütfü Paşa bu hikâyenin sonunda şöyle yazmaktadır: «Mahsal kelâm derviş ol arayı fethetti. Akibet anda vefat edüb ziyaretgâh oldu. Şimdiki halde dahi ol hamam yanında olur mezarı şerifi meşhurdur. Ol hamama varanlar ol mezarı ziyaret ederler.» İdris dahi aynı malûmatı vermektedir.
Bir gün çıplak ve elinde ağaçtan bir kılıç ile meydana çıkan bu derviş Heraklesin diğer bir şeklidir. Herakles dahi elindeki sopasıyla birçok ejder ve insanları öldürmüştür. ihtimal Türkler zamanında dahi Heraklesi tasvir eden adak istelleri herkesin görebileceği bir mahalde idiler ve bu hikâyenin meydana gelmesine yardım etmişlerdir. Her ne hal ise, İslamiyet devrinde hamamların yanında bir dervişin mezarının bulunması ve bu mezarın bir ziyaretgâh halini alması buradaki ahalinin din noktai nazarından ne derece muhafazakâr olduğunu gösterir.
Hülâsa olarak Yalova kaplıcalarında asırlarca, hatta binlerce sene mahiyetini değil, fakat yalnız haricî şeklini değiştirmiş dinî bir anane buluyoruz. İlâhların annesi, Attis ve bir takım yer altı fetişlerinin yerine Yunanlılar zamanında Herakles, Asklepios ve Nemfler kaim oluyorlar. Hıristiyanlık devrinde ise burada bir baş melek kilisesi ve Nemflerin yerine geçen üç azizeyi buluyoruz. İslamiyet’te dahi bu anane bozulmuyor ve tekmil bu ilâh ve azizelerin yerine abdal bir dervişin mezan kaim oluyor. Tekmil bu ilâhlar, azizeler ve dervişler burada neban eden sıcak sularla pek yakından alâkadardırlar. Çünkü yine asırlarca yaşamış bir ananeye göre bu suların ancak ilâhların arzusile mucizevî bir şekilde insanları hastalıklardan kurtarabileceğine i tik ad edilmiştir. Bu itikadın İslamiyet’te dahi baki kaldığını dervişin mezarının 16 ıncı asırda bir ziyaretgâh halini almış olduğu gösterir. Prof. Besim Ömer dahi kaynağın civarındaki bir ağaca «kısmet düğümleri» bağlandığını zikretmektedir.
İşte Yalova ılıcaları gibi küçük bir mahalde ana hatlarını tespit edebildiğimiz, dini sahadaki bu tekamül ve muhafazakarlığın teferruatını tespit ve tevsik etmek ileride burada yapılacak araştırmalar sayesinde kabil olacaktır.

Hiç yorum yok: